Tutunamayan Diziler, İthal Formatlar
Dünya bunca kaosun içinde çalkalanırken 'eğlence sektörü' bu kaoslardan hiç etkilenmeden, dur durak bilmeksizin yoluna devam ediyor.
Eğlence denilince akla ilk gelen mecra 'Televizon'. Ve televizyonu eğlence haline getiren 'reytingler'... Özellikle son yıllarda televizyon kanallarının reyting için yapmadığı şey kalmadı. Bu sadece Türkiye'de değil, aynı zamanda dünyanın dört bir yanında aynı.
Dizi ve film denilince herkesin aklına gelen ilk adres Amerika. Ve bu anlamda gerçekten insanı hayrete düşüren işler yapılıyor. Ele aldıkları konular ve bu konuları geliştirdikleri yeni teknolojilerle bizlere sunuş biçimleri fevkalade. Hal böyleyken orta halli görsel sanat fakiri ülkelerin ilgi odağı olmayı da başarıyorlar.
Gelgelelim Türkiye'ye. Son yıllarda Türkiye’de de dizi ve sinema sektöründe fena işler yapılmıyor; ancak iyi projeler; iyi senaristler, iyi yönetmenler ve zengin yapımcılarla ortaya çıkıyor. Akira Kurosawa’nın bir sözü vardır, “İyi bir yönetmen,iyi bir senaryo ile başyapıtlar üretebilir, aynı senaryo ile vasat bir yönetmen, ancak sıradan bir film yapabilir.”
Durum böyle olunca iyi proje eşittir çok para anlamına geliyor. Yapımcılar 'çok para ortaya koyarım fakat bir şartla, çok para kazanırsam' diyor. Sonuç, riske girmeye gerek yok. Ya da bir başka deyişle yapımcı gözünden, sıfır risk maksimum kazanç. Çünkü Türkiye’de televizyon kanalları yapım firmalarına ve senaristlere yeterince güvenmiyor. Sonuç olarak, kanal yöneticileri, yapımcılardan dünyada ses getirmiş projelerin formatlarının uyarlamalarını istiyor. Eğer proje çok bilindik bir işse formatını satın alıyorlar veya daha doğru bir deyişle satın almak zorunda kalıyorlar. Özellikle son birkaç yıldır yurt dışından dizi formatları satın alınıyor. Bu dizilerin başarısı reytingle ölçülüyor. İyi proje olması için dramanın bütün öğelerini taşımasına gerek duyulmuyor. Yeter ki, reyting getirsin, kafi. Bu süreç kar topu gibi büyüyerek devam edecek gibi görünüyor. Çünkü satın alınan diziler reytinglerde hem yapımcıyı hem de yayıncı kuruluşu ihya ediyor.
Peki bir dizi nasıl, nelere göre satın alınıyor? Burada medyada çok dillendirilmeyen bazı gerçeklere de göz atacağız. Bundan sonra okuyacağınız bilgilerin çoğunu Mesut Yar dahi bilmez! İddialı bir laf oldu ama bence öyle.
Öncelikle prosedürle ilgili kısa bir malumat verelim. Yurt dışı menşeili bir program veya senaryo formatını iki şekilde satın alabiliyorsunuz.
İlki “flat buy out” denilen senaryo’dan, bible’a (yapım aşaması ile ilgili kitap)” kadar her şey (bunun içerisinde satış ve yayın hakları da) dahil. Yani ben herşeyi alıyorum siz bana hiç bir şekilde karışmayın demek…
Diğeri ise aşağıdaki şartlar karşılıklı görüşülüp sözleşmeye yazılarak satın alınan format biçimi vardır ki, bu dünyada en çok ve yaygın satışı yapılan format satış & satın alma biçimidir:
– yapım aşamasında yapımın takibini yapmak ve formata sadık kalınmasını sağlamak için yapımın büyüklüğüne bağlı 1-2 kişi tüm masrafları dâhil çalışanını gönderme
– yapım (prodüksiyon) kitabı (bible)
– senaryo
– tüm bölüm izlemeleri
– yapım sonrası satış ve yayın hakları ile ilgili konular vs
Tüm bunlara rağmen firmalarla kendi özel şartlarınıza göre pazarlık yapabiliyorsunuz. Mesela kanalınızı yayın çizgisine uymayan sahneler (müstehcen, şiddet, dini…) var, bunların değişimini konuşabiliyorsunuz. Veya dizinin vazgeçilmez unsurları var ve şirket ‘bunları değiştirirsen dizimi geri alırım’ diyebiliyor. Ve şunu unutmamak gerekir ki hangi şartlarda almaya çalışırsanız çalışın özellikle “flat buy out” dediğimiz tüm haklarını satın almaya çalışmak çok pahalı bir alım şeklidir.
Dizi alımıyla ilgili önemli birkaç noktaya daha değinmekte fayda var. Az önce dediğimiz gibi ilk kural bol rating getirecek projeler olması. Peki reyting getiren unsurlar nelerdir? Aşk, şiddet, müstehcenlik, entrika, dram, aile bağları… Bu konular hayatın içinden gibi görünse de, bir çoğu konularının işleyişi açısından geleneksel Türk aile yapısına zarar veren başlıklar. Tabi bu durum televizyon kanallarının çizgisiyle de doğru orantılı bir süreç. Bağımsız yapım şirketleri televizyonlara dizileri satmak için onların çizgisiyle paralel yapımları tercih ediyor.
Dizi ve film alımında tercih edilen bir başka unsur ise ülkelerin sosyo – ekonomik ve gelenek yapıları… Türkiye bu anlamda Arjantin, Brezilya ve uzak doğunun konu zengini ülkesi Güney Kore ile duygu ve yapı itibariyle benzeştiği söyleniyor. Bu yüzden yapımcı firmalar bu ülkelere çıkarma yapıyor. Birkaç yıl önce katıldığım Cannes’da da buna bizzat şahit olmuştum. Geçtiğimiz yıllarda Kore televizyonlarının İstanbul’da gerçekleştirdikleri bir fuar vardı ki, evlere şenlik. Hayatımda hiç tanımadığım veya ismini dahi duymadığım Koreli artist ve aktrisleri, lise ve üniversite çağlarında birçok genç, pop yıldızlarımız gibi karşılamış hatta izdiham yaşanmıştı. Bu da gösteriyor ki oradaki herhangi bir dizinin Türkiye uyarlaması ses getirebilir. Bu da yapımcıları heyecanlandıran bir başka unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Bütün bunlara ekleyebileceğimiz başka maddeler de var; ancak bu türlü yurt dışı dizi veya filmlerinin formatlarının satın alınması demek; yetenekli, kalifiye senaristlerin yetişmesinin önünü tıkamak anlamına geliyor, bir nevi futbol kulüplerine sürekli yabancı futbolcu transfer etmekle aynı anlama geliyor! Kısacası her anlamda 'altyapı can'dır... Kendi senaryonu yazacak adam yetiştiremiyorsan tutunamayan, uyarlanamayan ve sürekli ithal edilen senaryolara hücum edersin!
cannes film festivaline' mi katıldınız? vay be.
Cannes'da 1 yıl boyunca ortalana 60 kadar festival ve fuar olur. Bunlardan yaklasik 16'si cok buyuk capta... bende Cannes film festivali ve bunun yaninda televizyon dizilerinin satildigi 'Mip Tv', 'Mip Doc' gibi marketing fuarlara katildim. Bunun yaninda bircok ulusal ve uluslararası film festivallerine de katilma sansim oldu. Bi ara bu konuda yeterli sayiya ulasilirsa bilgi ve tecrube paylasiminda bulunabilirim.