1984 / George Orwell
Bugün sizlere George Orwell'ın kaleme almış olduğu 'Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' adlı romandan bahsetmek istiyorum.
Yazar, bu kitabı 1948 yılında bitirmiş. Arkadaşına, bu tarihin son iki rakamını yer değiştirerek kitaba ismini verdiğini söylemiştir.
Ben normalde her kitaba başlarken en az 35-40 sayfa okumadan, ön yargıya kapılıp kitabı bırakmamak gerektiğini düşünürüm. Açıkçası bu kitaba çok daha fazla şans verdiğimi sanıyordum. Biraz okuduktan sonra "Bırakıp başka bir kitaba mı başlasam?" dediğim oldu. Özellikle çevirmenin kitabın başında yaptığı uzunca açıklama çok sıkıcı gelmişti ama şuan, iyiki bırakmamışım demekten kendimi alamıyorum. Kitap bittikten sonra o sıkılarak okuduğum yerleri ikinci kez okuduğumda bu defa keyif aldım.
Totaliter rejimin insanların üzerindeki baskıcı sistemi anlatan ve bunu inanılmaz bir kurguyla işleyen, distopya tarzı bir kitap.
İkinci Dünya Savaşından sonra Avrasya, Doğu Asya ve Okyanusya olarak üç süper gücün hükmettiği dünyada, romanımızın baş karakteri Winston, Okyanusya' da yaşamaktadır. Okyanusya devletinde toplum üç farklı sınıfa ayrılmaktadır. Bunlar İç Parti Üyeleri, Dış Parti Üyeleri ve Proleterler. İç Parti, yönetim kadrosunu, karakterimizin yer aldığı Dış Parti, daha çok memur kesimini, Proleterler ise toplumun yüzde seksen beşini oluşturan halkı oluşturmaktadır.
Parti de kendi içerisinde Sevgi Bakanlığı, Gerçek Bakanlığı, Varlık Bakanlığı ve Barış Bakanlığı olarak dört bakanlığa ayrılıyor. Winston Gerçek Bakanlığında çalışmaktadır. Parti geçmişe dair ne varsa silip, yok ediyor, geçmişe ait bütün belgeleri ve yayınları ortadan kaldırıp, yeni söylem denilen daha sadeleştirilmiş dille istedikleri şekilde değiştiriyor.
Bu totaliter rejimde insanlar tele-ekran denilen vasıtayla sürekli takip ediliyor. Tele-ekran evlerde, sokaklarda, iş yerlerinde, kısacası her yerde insanları gözetliyor. İnsanların maddi olanakları sıfır. Bir jilet bile karaborsayla zor bulunuyor ama parti sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi gösteriyor. Partiye karşı en ufak olumsuz düşünceye sahip olan insanlar düşünce polisleri tarafından tespit edilip yakalanıyor. Ya öldürülüyor, ya yıllarca işkence ediliyor ya da çalışma kamplarına gönderiliyor. Uyurken bile ağızdan çıkacak bir söz, bir sayıklama o kişinin hayatına mâl olabiliyor. Hiç kimsenin kimseye güvenmediği bir ortam hakim. Çocuklar ebeveynlerini ispiyonlayıp yakalanmalarına sebep olabiliyorlar.
Kitap bence Winston'ın Julia ile tanışması ve bir araya gelmesiyle daha keyifli, daha heyecanlı bir hâl alıyor. Tabi her şeyin kısıtlandığı bir toplumda cinselliğin de yaşanmasına izin verilmiyor. Erotizm düşman olarak görülüyor. Sevişmekten zevk almayı tümden yok etmek amaçlanıyor. Evliliğin kabul gören tek bir amacı var, o da Parti'ye hizmet edecek çocuklar dünyaya getirmek.
Winston ile Julia kaçamak buluşmalarla bir araya geliyor,
Küçük kurallara uyarsan büyük kuralları çiğneyebilirsin.
mantığıyla hareket edip, işlerine eskisinden çok daha sıkı sarılıyor, partiye olanca güçleriyle hizmet ediyorlar.
Benim kitapta dikkatimi çeken, ilginç bulduğum bir husus daha vardı. Belki 'Bir baş yapıtta takıla takıla buna mı takıldın?' diyeceksiniz ama benim dikkatimi çekti. George Orwell'ın bu romandaki insanları tasvir ederken hep hayvanlara benzetmesini ben dikkat çekici buldum. İnsanları kafamda canlandırmakta bir hayli zorlandığımı söyleyebilirim.. Bir kaç örnek verecek olursam:
Yüzü koyun yüzüne benziyordu, sesi de koyun sesi gibiydi.
Kurbağayı andıran yüzüne bir dinginlik, dahası bir ermişlik gelmişti.
Kantinin öbür ucunda ufak tefek, böcek gibi bir adam tek başına
oturmuş, kahvesini içiyor, minik gözleriyle sağa sola kuşkulu bakışlar fırlatıyordu.
Minicik kız kardeşi, tıpkı bir maymun yavrusu gibi annesine sımsıkı sarılmış, iri, hüzünlü gözleriyle annesinin omzu üzerinden Winston'a bakıyordu.
Ayrıca kitabın, biri 1956 senesinde, bir diğeri de 1984 senesinde yayınlanmış olan iki adet filmi de var. Ben kitabı okuduktan sonra iki filmi de izledim. İlk film siyah-beyaz. Beni daha çok etkileyen ikinci filmin fragmanını da sizlerle paylaşmak istedim.
Çevirisini Celal Üster'in yaptığı,
352 sayfalık bu eserin kitaplığınızda yer alması gerektiğini düşünüyorum.
Başka bir kitap incelemesinde tekrar buluşmak dileğiyle.
Hoşça kalın.
Bu yazı Curation Collective Discord Sunucusunda küratörlere önerilmiş ve manuel inceleme sonrasında @c2-turkish topluluk hesabından oy ve resteem almıştır. @c-squared hesabı topluluk witness'ı olarak faaliyet göstermektedir. Projemizi desteklemek isterseniz bize buradan witness oyunuzu verebilirsiniz.
This post was shared in the #turkish-curation channel in the Curation Collective Discord community for curators, and upvoted and resteemed by the @c2-turkish community account after manual review.
@c-squared runs a community witness. Please consider using one of your witness votes on us here
Teşekkürler.
Aynı bizim ülke gibiymiş demi hocam :D
Kitabın 1948 yılında bitirdiğini okumasam gelecekte mi geçiyor diye düşünürdüm.
Hocam ne kadar korkunçmuş. Dünyada cehennemi yaşamak gibi.
Ayrıca hocam bu hayvan benzetmesini de ben de pek anlamadım.
Bu nedir yani? Ayrıca böcek gibi adam, kurbağayı andıran yüz? Bu adamın nasıl bir kafa yapısı var acaba…
Fragman da sanki hitleri görmüş gibi oldum.
Sonuç olarak harika bir inceleme yazısı yazmışsınız hocam elinize sağlık :) Bayadır yazı okumuyordum iyi geldi. Teşekkürler
Evet bizim ülkeye benziyor biraz. Özellikle sanki her şeyin güllük gülistanlıkmış gibi gösterilmesini çok iyi başarıyorlar.
Aslında yazdıklarım çok az kalıyor olayın ne kadar korkunç olduğunu anlatmak için. Okumak lazım.
Daha önce yazdığı 'Hayvan Çiftliği' romanının etkisinde kaldığından dolayı olabilir insanları hayvanlara benzetmesi :)
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Beğenmenize çok sevindim.
kitaptan alıntıları da okuyunca hiç yabancı gelmedi bana bu durum çünkü ben de insanları bu şekilde görüyorum bazen🤷♀️
hani kalplerindeki yüzüne vurmuş denir ya yüzleri, mimikleri bazen ses tonları bire bir hayvanlara benziyor bazı insanların..
ellerinize sağlık yine güzel bir inceleme yazısıydı, ortamdan soğumuşken iyi geldi okumak:)
Evet, özellikle ülkemizde hayvan gibi insanlara sıkça rastlamak mümkün mâlesef ama diğer türlü, yani yüz hatları, jest ve mimikleri, saç rengi, göz rengi falan anlatıldığı zaman insanın kafasında daha iyi canlanıyor karakter. Mesela Khaled Hosseini'nin tasvirlerine bayılıyorum, direk gözümün önünde canlanıyordu.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim @sudefteri. Beğenmenize çok sevindim :)
Upvoted.
Posted using Partiko Android