Nilgün Marmara ve Sylvia Plath
İnsanlar, birer fani olarak fıtratları gereği ölümü anlamak, anlamlandırmak istemişlerdir çok eski çağlardan günümüze değin. Bu durum çok eski, çok köklü bir anlam yükleme olgusudur. Zira insanlar çok eski tarihlerden bu yana pek tabii olarak yaşamlarının sonlanmasını istememekte ve ürkmektedirler. Hâl böyle olunca da, ölüm fikrini yumuşatma arayışları, inançları veya kabul etme düşüncesine sahip olmuş, bu doğrultuda da bir şeyler üretmeye başlamışlardır. Gerek kazılarından çıkan bulgular gerekse günümüzde devam etmeyen mezarların oda şeklinde tasarlanması vs... Bu örnekler artırılabilir.
Ölüm fikrinin insan zihnini bu denli meşgul etmesi, doğal olarak toplumsal hayatta da, kültür, sanat ve edebiyat alanında da ister istemez kendini göstermiştir. Edebiyat da bu ölüm gerçeğini sunmada çok önemli bir paya sahip olmuştur. Edebiyat bu noktada ölüm düşüncesinden kaçanların, ölümle savaşmak isteyenlerin veya ölüme yürümek isteyenlerin sığınağı olmuştur. Ölüme yürümek isteyenlerin en önemli isimlerinden biri de hiç şüphesiz Nilgün Marmara'dır.
Yazmanın, daha doğru tabirle "iç dökümlerin" yazının bulunduğu ilk zamanlardan bu yana insanı duygu karmaşasından kurtarıp rahatlattığı gerçeğini biliyoruz. Bu bilgiler ışığında ister istemez aklımızda şöyle sorular belirebiliyor: "Edebiyat bu durumun neresinde duruyor?" "Edebiyat yalnızca yaşamı anlatmak mı?" "Dertlerden kurtulmak için mi yazmaktır Edebiyat?"... Nilgün Marmara tüm bu soruların karşılığı konumunda ve aynı zamanda bilinen edebiyat tanımlarının dışına çıkarak yaşamayı ve bu doğrultuda yazmayı kısacası kendi edebiyatını tanıtmıştır.
Nilgün Marmara'da bilindik tüm unsurlar bizleri farklı "kıyafet"ler ile karşılamaktadır. O, var olanı olduğu gibi sunmamış, yeniden yorumlamış, var olana kıyafetler dikmiş, dolu dolu, yepyeni biçimlerle çoğu kavramı dönüştürmüştür.
Bilhassa, ölüm kavramının şairin gönlündeki yorumlanışı Nilgün Marmara'nın şiirlerini, eserlerini oluşturmuştur.
Sylvia Plath’taki ölüm teması ise, birçok sorgu süzgecinden geçirilip, içsel muhakemelerin sonucu varılan bir nokta, gelinmesi, varılması elzem olan bir noktadır. Nilgün Marmara’daki sıkıntının, sızının, ölüm isteğinin kağıtlarla paylaşımını Sylvia Plath’ta da görmekteyiz. İki kadın, iki hassas ve duygu yüklü şaire de direnme gücünü veren aslında budur.
Ruhsal çöküntü ve ulaşılmak istenen son, “amaç ortaklığı” Nilgün Marmara ile Sylvia Plath’ı birbirine yakınlaştıran en önemli unsur olmuştur. Özgün dil, sanatsal dil ile yoğrularak ölüm düşüncesi Nilgün Marmara’nın tabir-i caiz ise “pusula”sı olmuştur. Sancılarını sanata dönüştürdüler. Acı çekmelerinin, sızıyla bezenmiş olan hislerinin gidişatını sanatlarını kullanarak değiştirmişlerdir. İşin aslı, iki hassas kadın şair, intiharlarını başarıya dönüştürmüşlerdir.
Zihinlerinin bu denli güçlü oluşu, şiir türünde adeta “deprem”e yol açmıştır. Birçok görüşü yerle yeksan etmiştir, ürettikleri çok güçlü, sonsuz düşünce ve dil.
Her iki şairin de intiharlarının sinyallerini verdiklerini tüm eserlerinden yola çıkarak anlayabiliriz. Adeta şiirleriyle bir yol çizip o yolun sonunda intihara varıyor okuyucu.
Duyanın irkileceği anlamları, öyle güzel alıp yoğurup, biçimleyip biz okurlarına öyle farklı sunuyorlar ki... Ölümün tutku olabileceği fikrine, okuyanlar yürekten inandı. Onların şiirleri, bir halat oldu. Nilgün Marmara’yı ve Sylvia Plath’ı her okuyan irkilmeden, şiirlerini anlamlandırarak, onları daha fazla, çok daha fazla duymak adına yüreklerine bağladıkları o halatın birer parçası oldu.
Devamı Gelecek...