Deney
(Fotoğraf ve yazı bana aittir.)
“Biri kalabilir binlerce törenden sonra,
Sondan bir önceki mezar yazıtını yaratmaya,
Bu dirime olan şükran borcudur,
Yazıt, kederli çiçeklerin çiyiyle,
Sona eren toprağın eski suyuyla yazılır.
Ve biri kalabilir, yalnız kendi hatırı için-
tüm mitleri, yorumları, tarihi ve insanın
gereksinimlerini tanıyan hatırı-
Sayısız ölümü yavaşça adımlar, şaşar;
Kim? Omuzlarda billur güller mi taşınır?
Kimin? Son inancı hangi parmaklar imleyebilir?
Böylesine ıslak gözlerim evrenin köleleri mi?
Kanımın mezarlarını her an yeniden kazan
sonsuz kokulara dayanabilir miyim?
Ve biri kalabilir, aşkın yürekte, bilinmeyen
gezegenlerin dokusunda saklanan cesaretin
birikimini saymak için…
ileriye bakarak, keder coşkusuyla,
dingin görevin son çelengi
örülmeye başlanır, tutkuyla,
Bundan böyle…”
(Deney- Daktiloya Çekilmiş Şiirler)
Ölüm, gerek hissiyat gerekse kelimenin kendisiyle Nilgün Marmara’nın şiirlerinde ahengi oluşturan en önemli unsurdur. Zaten şairin “öz”ü ölümdür. Onun anlayışındaki ölümün de çözülmesiyle birlikte şiir tabii olarak akmakta ve tökezlenebilecek her nokta da böylelikle engel teşkil etmekten çıkmaktadır.
Şair, özünün bozulmaması için tabir-i caizse bir “özlük” takıp dünyaya, yaşadığı dış dünyaya bakmaktadır. Özlük şeklinde ifade bulan, Marmara’nın tüm şiirlerindeki hakim konu tabii ki ölümdür. İçine; aşk, sevgi, zafer, hırs, arzu gibi insanı oluşturan hem de başkalaştırabilen duyguların karışmadığı bir ölüm…
Şair; ölünün, mezarın bir mezar yazıtıyla anlam bulduğuna, daha da değerlendiğine inanıyorsa, aynı durumun yani “yazıt”ın insana yaşarken de anlam katacağı inancını da taşımaktadır.
Edip Cansever’in bir dizesinde anlatmış olduğu gibi:
“İnsan yaşıyorken özgürdür.” değil onun indinde.
Marmara’ya göre ise, insan ölüyorken özgürdür. İnsan, yaşarken özgür olmak istiyorsa, isteyenin ölümü yaşaması elzemdir. Zira, öldükçe var olur ve anlamlanır… Bunu dileyen kişi zaten öldükten sonra yaşamaya başlayacaktır ve varlığı ancak ölümle gerçekleşebilir.
Bu denli ölüme sığınması, ölümle beslenmesi, karamsar bir ruh halini benimsemesi ve dış dünyadan kaçmasının nedenleri elbette vardır. Marmara, adeta “yerli bir yabancı”dır. O, dış hesaplaşmaya girmiş, böylelikle sosyal çevresinden kendisini yavaş yavaş geriye çekmiştir. Nilgün Marmara; Sylvia Plath’ın şiiri için şu ifadeyi kullanmıştır: “Dış dünyanın tehdidine katlanma ve izolasyon olasılığını sağlayan bir sığınaktır.” Marmara, kendi şiirini yaratırken de bu ifadeyi kendine şiar edinmiştir. Ve şairin şiirleri bu çerçevede oluşmaya başlamıştır. Böylelikle şiirine hakim olan konuya, Marmara da oldukça yetkin bir şekilde dahil olmuş olur.
Tüm doğaya ait kavramlar, Nilgün Marmara’da ölümle harmanlanarak verilmektedir. Çiçekler bir mezarlık çiçeği, toprak ise bir ölü toprağıdır. Fakat tüm bunları insan bildiği her şeyi yıkarak yorumlayabilirse şayet, var oluşunu sağlayan ölüme kavuşabilir…
Şair, bütün bunları oluştururken de, pek bilindik ve kullanılmayan kelimeler tercih ederek okuyucunun algılarıyla oynamaktadır. Ve Marmara; ölüm karşısındaki üzüntüyü de bir baş eğme, bir kölelik olarak yorumlamakta ve bu şekilde addetmektedir…
Bir cenaze törenindeki ritüelleri sıralarken şair, anlamını değiştiren her kavram Nilgün Marmara’ya göre, ölümün bir zorunluluk ya da bir sorumluluk duygusundan kaynaklanarak doğmuştur.