Selam
Yıllar önce bu sitede hayatı birbirimiz için kolaylaştırmak üzerine bir yazı yazmıştım. Birçok alanda hayatı sevdiklerim için kolaylaştırırken bazı alanlarda da zorlaştırdığımı düşünüyorum. Bir süredir düşünüyordum da bugün biraz daha dank! etti diyeyim.
İsteklerime karşı hiçbir zaman çok güçlü olmadım. Uzun süre bu konuda çaba sarf ettim ama sonunda olduğum insanı kabullendim. Bu durum beni bir miktar üzüyor çünkü daha önce zeka kavramını "canlının içgüdüleri ile ters düşebilme kabiliyetidir" şeklinde tanımlamıştım. O düşüncelerde biraz gezinince ucu bana da batıyor. Her neyse, sonuç olarak isteklerimle kavga ederken takındığım tavır bana samimiyetsiz geldi ve olduğum insan olmaya karar verdim.
"Olduğum insan" tanımı da biraz problemli. Neredeyse hepimiz aynı insan olmaya çalışıyoruz. Aynı kültürü paylaşan herkes homojenleşiyor farkında olmadan. Gerekçemiz de karşımızdaki insanın ne düşüneceği... Tamamen kendimiz olabilmek için de çok geç olduğunu düşünüyorum. Çevremde gözlemleyebildiğim, kendi olan birkaç insan var. Onlara bakarak gördüğüm farkları belki bir gün buraya yazarım.
Konumuza dönelim. Hayatta doğruyu bulmak (ya da bulduğumuzu düşünmek) oldukça tehlikeli yan etkilere sebep olabiliyor. "Kendimle boşa kavga ediyormuşum, doğrusu bu!"
Uzun süre bir yanlışı savunduysanız doğruya geçince size neye mal olduğunu umursamayabiliyorsunuz. Benim için de isteklerime karşı güçsüz olduğumu kabul etmek böyle bir deneyim oldu. Dedim ki: "Sen isteklerini kabullenen ve içinden geldiği gibi davranan biri olmalısın. Çünkü böylesi daha samimi. Sonuçlar hiç önemli değil!" Burada problemli olan şu: yanlıştan döndüğümü düşündüğüm için bu fikrin arkasında biraz körü körüne durabiliyorum. Sanıyorum herkeste benzer etki yaratıyordur. Kafanızda bir yanlıştan dönüp doğru bir yola girdiyseniz o yol sizi biraz kör eder. Çünkü bugüne kadar bu yolda olmadığınız için kendinizi, yeni doğrunuza borçlu hissederseniz. Dolayısıyla yeni doğrunuzun getirdiği yan problemlere karşı daha duyarsız olursunuz. İşte bana da ondan oluyor.
İsteklerim gerçekleşsin diye elimden geleni yapıyorum. Uğraştıkça, ilerlediğime kendimi inandırıyorum. Bu da beni farkında olmadan gerçeklikten koparıyor. Dönüp bir anda arkama baktığımda diğer insanlarla aynı sayfada olmadığımı görüyorum. Oysa empati en güçlü yönlerimden biridir diyerek övünen bir insanım. Karşımdaki insanın duygularını, fikirlerini anlamıyorsam belli ki işler benim kafamdaki gibi yansımıyormuş. Ben kendi doğrularıma giderken verdiğim yan zararları görememişim. Durum böyle olunca, ortaya da şu sonuç çıkıyor: Bir başlıkta kendim olmayı o kadar umursuyorum ki bunu yaparken başka başlıklarda kendim olmayı bırakıyorum. Mesela "sevdiklerin için hayatı zorlaştırma" önerisini onlarca insana vermişimdir. Kendimi de hayatı sevdikleri için zorlaştıran biri olarak görürsem çok çok rahatsız olurum. Fakat "isteklerine karşı güçsüzsün doctor ama sen busun!" dediğimde bazen sevdiklerim için hayatı zorlaştırıyorum. Çünkü içimden geldiği gibi davranmayı kutsallaştırıyor ve karşımdaki insana etkilerini düşünmüyorum.
Yeri gelmişken: bu konu o kadar da önemli bir konu değil. Elbet davranış olarak yeni gelen farkındalığımla birlikte yeni bir ritim yakalarım. Sadece anlık gelen fikirlerimi yazdım. Muhtemelen yıllar sonra benim için hatırlanmaya değer bir yazı da olmayacak. Fakat merak ettiğim bir şey var: yazıyı okurken en başta belirttiğim "mutluyum" cümlesini aklınızda tuttunuz mu? İçerik boyunca okuduğunuz cümleler sizin için mutlu birine mi aitti?
Keşke ağzımızdan çıkan cümlelerin yanında dereceleri olsa. Çünkü önceliklendirmelerde hep negatife odaklanıyoruz. Kısa bir sohbette genel olarak hayatımdan memnun olduğumu söylüyorum. Biraz detaya girince ufak tefek olumsuzluklardan bahsediyorum. Karşımdaki insanlar büyük çoğunlukla geneli pozitif gördüğüm gerçeğinden kopuyorlar. Yani üst başlığı unutup alt başlıklarda kayboluyorlar. Belki de bir şeyleri değiştirip kahraman olabileceğimiz tek yer bu problemli alt başlıklar olduğu için içgüdüsel olarak yapıyoruzdur. Yine de sonuç olarak ikili ilişkilerde büyük resmi hep hatırlatmak ya da vurgulamak zorunda kalıyoruz. Çünkü bahsettiğim şeylerin hangisinin benim için daha önemli olduğunu karşıya geçiremiyorum. Belki de aynı dili konuşan insanların zaman zaman anlaşamıyor olma sebebi de budur.