Hayattan Nasibini Almak
Hayattan Nasibini Almak
Merhaba,
Merhabanın anlamı "benden sana zarar gelmez" demekmiş. Evet burada sana zarar gelmez. Tüm yaptığım hayatta öğrendiğim şeyleri Allah rızası için paylaşıp daha fazla insanın nasiplenmesini sağlamak. Bu blogu açma sebebim bu. Bu yazımda da hayatımda öğrendiğim ve yolumu yürümemi kolaylaştıran bazı temel bilgileri paylaşacağım seninle.
Hayattan nasibini almak diye bir laf var. Üzerine biraz tefekkür edince içinin ne kadar da dolu olduğunu görüyor insan. Hayattan nasibini almamış diye kime denir? diye düşününce aklıma hayatın ona gösterdiği mesajları, sinyalleri, öğretileri görememiş ya da görmeyi reddetmiş bir insan beliriyor kafamda. Peki bizi hayattan nasibimizi almamıza engel olan şeyler ne? Yazı tam da bununla ilgili, ilgini çektiyse devam et.
Öncelikle zamanın varsa vakti evvelinde yazdığım şu yazıyı okumanı tavsiye ederim; http://sssahbazzz.blogspot.com.tr/2015/08/sorumluluk.html. Vaktin yoksa da ya da canın daha fazla okumak istemiyorsa devam et çünkü önce o yazımı özetleyip biraz da güncelleyeceğim. Geçenlerde şu yazıyı okudum; https://www.egitimpedia.com/simartilan-cocuklar-agir-bedeller-oduyor/. Detaylıca bakmak isteyenler durmasın okusun makaleyi. Sözü geçen makalede "kar küreyici ebeveynlerden" bahsediyor. Benim önceki yazı da tam da bunla ilgili. Malumunuz öğretmenim ve işim gençlerle. Her geçen sene gözlemlediğim ve şiddeti her geçen sene artan bir hastalık var gençlerde; kurban psikolojisi namı diğer "victim psychology". Bu gençlerin sorumluluk algıları ya hiç gelişmemiş ya da hiç var olayazmamış halde geliyorlar. Kendi yazımda da söylemiştim bir daha söylüyorum yere düştüğünde yeri döven ebeveynlerin çocuklarının sorumluluk algılarını ne derecede tahrip ettiklerinden bihaber olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Evet, buna şiddeti farklı olsa da bizim ve bizden önceki nesiller de dahil. Çocuklarının hayatlarında muhtemelen yüzleşeceği çoğu problemi ebeveynler önceden görüyor ve bu engelleri çocuklarına "iyilik" yaptıklarını düşünerek teker teker ortadan kaldırıyorlar ve maalesef üzücü olan şu ki; ne kadar iyi bir ebeveyn olunduğu neredeyse bu engellerin ne kadarını ortadan kaldırdıkları ile ilintili oluyor, bunun üzerinden ebeveynlik sidiği yarıştırıyorlar. Tabi kendileri daha o durağa varmadan bütün engellerin kaldırıldığı, dikenlerin temizlendiği bir yolda yürüyen gençler de "zorluk, engel, başarısızlık" gibi deneyimleri öğrenmekten mahrum kalıyor. Batman başlıyor da bir söz var;
Why do we fall? (Neden düşeriz?)
So we can learn to pick ourselves up. (Kendimizi toplayıp tekrar ayağa kalkmak için)
Peki hiç düşmemiş biri ayağa kalkabilir mi?
Ne kadar "iyi" bir ebeveyn olursanız olun çocuklarınız bir noktada düşecek. Çocuğunuza daha fazla kötülük yapmak istemiyorsanız bununla şu an yüzleşmenizde fayda var.
Neyse sorumluluğa dair daha fazla bir şey söylemeyeceğim irdelemek isteyenler linklerini paylaştığım yazıları okuyabilir.
Benim asıl bahsetmek istediğim olay "kurban psikolojisi".
Kurban psikolojisi en basit tanımıyla kişinin hayatında başına gelen bir dizi olaydan sonra üzerine düşeni yapmayıp en sonunda olduğu yerden duyduğu memnuniyetsizlikle ve başarısızlık hissiyle yüzleşip büyümek yerine bunu reddedip o güne kadar olan her şeyi başka birilerinin yap(a)madıklarını bahane ederek bu histen yırtma eğilimi olarak tanımlayabiliriz sanıyorum. Tanım uzun oldu kusura bakmayın. Kısaca başına gelen her şeyden başka birilerini sorumlu tutma, b*ku başkasına atmak da diyebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse. İki kardeş düşünelim. Babaları bir şekilde iflas ediyor ve bunlar o güne kadar görmedikleri bir dizi maddi zorluklardan geçiyor. Kardeşlerden birisi iflas olayı olduğundan beri sınavdan aldığı her düşük notu, üniversite sınavında başarısız olmasını vb bir ton "başarısızlığı" babasının iflasına bağlıyor. Diğeri de tamamen hayatta kalma psikolojisiyle üstüne ne düşüyorsa yapıyor ve hayal edemeyeceği yerlere geliyor çünkü zırlamak yerine aldığı her hareket, attığı her adım ona başka kapılar açıyor. Bir söz var, "ulaşmak istediğin yere varmak istiyorsan, önce olduğun yeri terk etmek zorundasın". Bu arkadaş olduğu yeri terk ediyor, ağlamak yerine. Bu hikayede ilk kardeş kurban psikolojisine çok iyi bir örnek teşkil ediyor. Eminim sizin etrafınızda da bu örnekten en az bir tane vardır. Eminim vardır diyorum çünkü kurban psikolojisi bu toplumun hücrelerine sinmiş durumda. Bkz; batsın bu dünya, benden bu ömrümü çalanı getir le le de get ara bul getir saçlarını yol getir. ah felek zalım felek sineme dokunma benim(yüksek lisansta İsmail hocam bunu yazan adam için; tabi yemiyor Allah'a karşı gelmek o yüzden felek diyor demişti :D) Arabesk kültürü buradan çıktı neredeyse. Kısacası değerli okurum bu kurban psikolojisinden kendi çapımızda yırtsak da belli aralıklarla maruz kaldığımız bir şey. Ha bu arada "yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz, Allah bizi ne biliyorsa öyle yapsın" da değil bu hastalığın şifası.
Ve evet geldik bu yazının zirve noktasına. Yazının bundan sonraki kısmını çok dikkatli bir şekilde okumanı tavsiye ediyorum çünkü söyleyeceğim şeyler ve vereceğim araçlar çok kıymetli.
Sorunu tanımladık. Sorun: Çoğu zaman nasıl büyütüldüğümüzün bizi kapmaya daha müsait hale getiren virüs; kurban psikolojisi ve bunun sonucunda hayattan nasibimizi alamamak.(Nasıl büyütüldüğümüz deyince bunu okuyan drama queenler(acıların kadını'nın ingilizcesi): ha bak gördün mü? benim yüzümden değilmiş tribine girebilirler, girmeyin burası orası değil:)
Öncelikle hayatımızda bulunan üç alandan bahsetmek istiyorum.
En iç tarafta gördüğünüz alan konfor alanı. Bu alan kendimizi adı üstünde konforlu hissettiğimiz ve çemberin içindeki bütün noktaları bildiğimiz alan. Bu alanda bilmediğimiz bir şey yok. Dolayısıyla öğrenme de yok bu alanda.
İkinci çember, esneme alanı. Burası tam da öğrenmeyi gerçekleştirdiğimiz, esnediğimiz alan. Öğrenmenin gerçekleşmesi münasebetiyle çok değerli bir alandır.
Gelelim en dış çembere, burası kıyametlerin koptuğu alan.:) Abartıyorum tabi. Panik alanı paniğe kapıldığımız ve kendimizi öğrenmeye kapattığımız alan.
Kısacası "öğrenme" konfor ve panik alanında gerçekleşmiyor.
Bir de; esneme alanınız genişledikçe konfor alanınız da genişliyor. (Açıklayacağım)
Bir örnek vermek gerekirse;
Üniversiteyi farklı bir şehirde okuyacak olan bir genç düşünelim. Öncelikle bu arkadaşın konfor alanından çıkacağı kesin. Her gün annesinin yemek yaptığı, çamaşır ve bulaşık yıkamadığı, tanıdığı ve bildiği bir çevreden bilmediği bir çevreye gidecek. Gideceği yerde, bu durumda okuyacağı yer, esneme mi ya da panik alanına mı gireceği ise tamamen kendi elinde. Oraya gittiğinde "ben burada yalnız yapamam, annem babam olmadan nasıl hayatta kalacağım" psikolojisine girip(panik alanı) geri memleketine(konfor alanı) geri dönebilir. Bu durumda konfor alanından çıkıp panik alanına sonra da tekrar konfor alanına geri döndüğü için hiçbir şey öğrenememiş olacaktır. Ya da o üniversiteye gidecek yurtta 6 kişiyle aynı odayı paylaşıp, yeni arkadaşlar edinip kendine deneyim üstüne deneyim kazandıracaktır. Burası da esneme alanı oluyor.
Kendi hayatımdan örnek vereyim. Sene 2010'da erasmus programıyla İspanya'ya gittim. Neredeyse bütün yaz günde 17 saat çalışıp sadece gitmek üzerine odaklandığım için ne yaptığımın çok da farkında değildim.:) Madrid'e inerken jeton düştü. Lan ben burada 5 ay boyunca tek başıma ne yapacağım? dediğimi hatırlıyorum. Çok kısa süreliğine de olsa panik alanında cirit attım sonra geri esneme alanına döndüm çok şükür. Peki ben panik alanında kalsaydım ne olurdu? İner inmez ilk uçakla Türkiye'ye dönerdim ve erasmusta kazandığım bir sürü deneyimden ve müthiş dostluklardan mahrum kalırdım. Ama ben orada kalmayı tercih ettim ve hayatımın en güzel 5 ayını yaşadım. Zorlukları olmadı mı? Elbette oldu ama yine olsa yine yaparım hem de hiç düşünmeden. Ne demiştim? Esneme alanınız genişledikçe konfor alanınız da genişler. İspanya örneğinde açıklamam gerekirse; İspanya benim için şu an konfor alanı oldu çünkü artık biliyorum orayı. Cuenca'ya tekrar gitsem hiç zorluk çekmem. Dil bariyerinden dolayı konuşamadığımız ama bana "oğlum" diyen teyzeyi ziyaret eder sonra Cuenca'nın sokaklarını arşınlardım. Üniversiteye gider hocalarımla muhabbet ederdim. Cuenca artık benim konfor alanım kısacası. İlk gittiğimde esneme alanı olan Antalya'nın konfor alanım olması gibi. Burada kazandığım tek şey İspanya'nın konfor alanım olmasının yanı sıra bu erasmus deneyiminin bana başka deneyimler için zemin hazırlaması ve cesaret vermesi. Mesela ben erasmustan önce Çin'e gidip bir süre yaşamayı hayal bile edemezdim ama şu an neden olmasın? diyebiliyorum. Kısaca bana kazandırdıklarının yanı sıra daha iyi fırsatların da kapısını aralayan bir deneyim oluyor benim için bu. Peki bu senaryodaki kırılma noktası neresi? Madrid'e ilk indiğimdeki korkuma teslim olmayıp esneme alanında kalmayı tercih etmem. Anlık bir kararın hayatımdaki etkisine bak. Hikayemin seyrini nasıl da değiştiriyor?
Bu üç alana, hayatta sadece dönemsel olarak girmiyoruz. Gün içerisinde de bu alanlardayız sürekli. Mesela aç olduğumda ben panik alanına giriyorum rahatlıkla. :)
Buna dair örneği birazdan vereceğim ama ondan önce ikinci aracımızdan bahsetmek istiyorum.
Panik alanına girdiğimiz zaman dört farklı tepki veriyoruz. Bunlar;
Bunları daha iyi anlamak için şimdi bir senaryoyu size farklı şekillerde anlatacağım. Bu senaryolar aynı zamanda yukarıdaki 3 alana gündelik hayatta nasıl girdiğimize de örnek teşkil ediyor. Şimdi bir baba ve oğul arasında yaşananan olayı farklı diyaloglarla ele alalım. Senaryoda çocuk üniversiteyi 1 yıl uzatmış ve gelip bunu babasına söylüyor.
- Baba benim okul 1 yıl uzadı ya. Moralim çok bozuk.
- Tamam oğlum sen merak etme her şey yoluna girecek. Hiç canını sıkma ben her şeyi hallederim. Hem bak zaten bir sürü insan uzatıyor. Sen de uzatmış ol ne olacak? (Görmezden Gelme)
- Baba benim okul 1 yıl uzadı ya. Moralim çok bozuk.
- Oğlum inan bana şu an hiç zamanım yok. Hem işe de geç kaldım. Sonra bir ara hallederiz? (Geri çekilme)
- Baba benim okul 1 yıl uzadı ya. Moralim çok bozuk.
- Hepsi benim yüzümden! Sana yeterince para göndermedik. Daha fazla aramamız lazımdı. Yapmadık! Yapmadım! Zaten daha iyi bir üniversiteyi kazanamamanda da payım var. Özel ders hocası tutmamıştık sana.... vs. vs.... (Kendine Saldırma)
- Baba benim okul 1 yıl uzadı ya. Moralim çok bozuk.
- Oğlum senin üniversiteyi kazanman mucizeydi zaten! Uzat uzat daha da uzat. Mezun olunca çalışacaksın ya yemiyor tabi erken bitirmek. Hem zaten bugüne kadar neyi becerdin ki bunun üstesinden geleceksin? Yuh lan adam ilk yıldan kalır mı?..... vs. vs. (Başkasına saldırma)
Bu babamızın panik alanında olduğu aşikar. Oğlunu dinlemek ve onun ihtiyacını duymak yerine ayrı senaryolarda bu tepkileri veriyor ve hem oğlunu hem de kendisini esneme alanında kalıp öğrenmekten mahrum bırakıyor. Bu senaryoda en mantıklı tepki çocuğunu dinlemek ve duymak. Tam da esneme alanında olan birinin yaptığı gibi oğlunu yargısız bir şekilde dinleyerek problemin köküne inmek ve oğlunun 1 sene daha uzatmasına sebep olan her neyse ona bakıp, onun üstesinden gelmek. Kısacası öğrenmek ve büyümek.
Bütün araçları verdiğime göre, kurban psikolojisine tekrar dönebilirim. Yukarıdaki tepkilerden sence hangisi kurban psikolojisine sahip birinin vereceği tür bir tepki? Evet doğru bildin, başkasına saldırma.
Kurban psikolojisi ile içinde bulunduğu anın içine eden kardeşim bu yazıyı okuyorsan lütfen sana verdiğim araçları kullanarak bulunduğun alanı terk et. Orası panik alanı orada ot bitmez. Burayı terk edince gideceğin yer kendini cezalandıracağın bir zindan olmasın. Kendine de saldırma. Olan neyse, o oldu artık. Bunu değiştirme kudreti hiçbir yaradılana bahşedilmedi. Sakince esneme alanına dön ve nasibinde ne varsa öğrenmeye bak. Emin ol dediğim yer olması zor bir yer olsa da olduğun yerden daha zor bir yer değil.
Yazımı bir hikayeyle bitirmek istiyorum.
İki yahudi gün geliyor nazi kampından çıkıyorlar. İşkence ve itilip kakılmayla geçen yıllardan sonra özgürlük... Tarladan geçiyor ikisi. Birisi ekinlere basmadan geçmeye çalışırken, diğeri kasten ekinleri ezerek yürüyor. Arkadaşı neden böyle yaptığını sorunca da, bize yaptıklarının yanında benim yaptığım ne ki? diyor.
Evet, başımıza "kötü" şeyler gelebilir ama bu "kötü" şeylerin sonunda ne yaptığımız, neye dönüştüğümüz, nasıl bir insan olduğumuz bizim elimizde.
Allah hepimizi daha iyi insan yapacak nasipleri görmeyi nasip etsin.
Sevgiyle.