MEVLEVİ AYİNİ
Mevlevî Âyinleri; Türk Mîsıkîsinin ‘’Dini Mûsıkî’’ formununa ait, en büyük ve sanatlı eserleridir. Özellikle Mevlevîlik’te ‘’Mevlevî Âyin-i Şerîfi’’olarak zikredilmiştir. Ayinlerin güfteleri, Hz.Mevlâna’nın Mesnevî veya Divan-ı Kebir adlı eserlerinden seçilir. Bazen bestekârların da terennümlerde güfte ilâve ettiği görülür. Horasan’da Türkler Farsça konuştuğundan, Hz.Pir’in eserleri ana dil olan Farsçadır. Dolayısı ile güfte olarak da ayinlere Farsça geçmiştir. Ancak bu dil ‘’Dâri’’ şivesi olup, İran’da konuşulan Farsça ile aynı değildir.Mevlevî Âyinlerinin başında devrikebir veya düyek usûlünde 4 hâne peşrev icrâ edilir. Sonunda ise genellikle düyek usûlünde ‘’Son Peşrev’’ ve yürük semâi usûlünde ‘’Son Yürük Semâi’’ bulunur. Bu peşrevler her zaman Mevlevi Ayin’i besteleyen besteciye ait olmayabilir. Mevlevî Âyinleri bu peşrevler hâriç kendi içinde 4 bölümdür. Bu bölümlere ‘’Selâm’’ denir.
1.Selâm: Devr-i revân, düyek veya ağır düyek usûllerindedir.2.Selâm: Ağır evfer (Mevlevî evferi) usûlündedir.3.Selâm: Devrikebir, ağır düyek, veya Frenkçin usûllerinde başlar ve aksak semâi usûlü olan kısa bir bölümden sonra , Ahmed Eflâki Dede’ye atfedilen ‘’Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur’’ mısralı gazelinin sözlerine yürük semâi usûlü ile başlar ve bu bölüm bu usûl ile biter..4.Selâm: Ağır evfer usûlünde yazılmıştır.Ellinin üzerinde bestelenmiş değişik makamlarda Mevlevî Âyinleri vardır. Özellikle; İsmâil Dede Efendi, Zekâi Dede, Nâyi Osman Dede, Itri’nin besteledikleri, en meşhurlardır. Günümüze intikâl eden ve bestekârları bilinmeyen üç tane Âyin vardır. Bunlara; ‘’Beste-i Kadim’’ denir. Bu üç Mevlevî Âyin’inin bestecileri bilinmemektedir.Bunlar: Pençgâh, Hüseyni ve Dügâh Mevlevî Âyinleridir.
Mevlevî âyinleri ritüel olarak ve geleneklere uygun şekilde bir merâsim şeklinde yapılacaksa buna, ‘’Mevlevi Semâ Töreni’’ denir. Bu, Mevlevi geleneğinde bir çeşit ibâdet şeklidir. Mutrıp heyeti dışında ‘’Semâ Heyeti’’ vardır. Bu heyet, Şeyh (Dede), Semâzenbaşı ve Semâzenlerden oluşur. Şeyh’in (Postnişin) oturduğu makam, Mevlâna’yı temsil eder ve mânevi olarak, Hz.Muhammed’in yüceliğini, aşkını ve Allah ilmini taşır. Şeyh Efendi de bu makâmı taşıyacak ilim ve mâneviyata hâiz dede ünvânını almış kişilerdir. Hz. Mevlânâ makamını temsil eden posta oturacak dedelere, Mevlânâ soyundan gelen Çelebiler icâzet (İzin)verirler. Dedelerin oturduğu postun rengi kırmızıdır. Allah’a olan mânevi aşkı ve tecellisini temsil eder.Semâzenbaşı ise, semâzenlerin en kıdemlisidir. Semâzenler gibi semâ yapmaz. Semâzenlerin arasında dolaşarak onların rahat semâ yapmalarını sağlar. Yorulan veya rahatsızlanan semâzeni meydandan çeker. Bütün bunları baş,göz, kaş ve ayak hareketleri ile yapar.Semâ; Mevlânâ Muhammed Celâleddin-i Rumi’nin ilhamıyla oluşmuş, Türk geleneğinin, inançlarının, kültür ve tarihinin bir bölümüdür.Semâ; insanın mânevi yolculuğunu yani Mirâcını temsil eder. Kulun hakikate yönelerek, akıl ve aşkla yücelip benliğini terk etmesi ile başlaması, Hakk’ta yok oluşu ve olgunluğa ermiş kâmil insan olarak tekrar kulluğa dönmesidir. İnancımıza göre insan, sevilerek, sevmek için yaratılmıştır. Kemâlât gereği her şeyi sevmek esastır. Hz Mevlânâ’nın buyurduğu gibi: ‘’Bütün aşklar ilâhi aşka köprüdür’’.
Semâzen sağdan sola doğru kalbin etrafında dönerek, tüm insanlığı ve yaratılmışları, sevgi ve aşkla kucaklar.