Ortaya Karışık Durum Raporu(Power Up 100%)
Anın müziği; Air & Françoise Hardy – Jeanne
Bu defa yazıma kendi açtığım bir şarkıyla başladım. Koşturmacalı son 3 saatin ardından sırtımda hafif bir sızıyla bilgisayarın başına geçtim ve kafamı toparlamaya çalışıyorum. Hep bahsederim basit ama dolu dolu olan eski yaşamlara olan özlemimden. Bilmiyorum belki de küçüktük diye, tüplü televizyona örtülen dantel gelir aklıma ve hafif bir hüzün gelir. Aynı his bu şarkıyı dinlerken de oluyor.
Françoise Hardy ‘nin Le Soleil şarkısını da çok severim. Bu şarkıyı hiç dinlemediyseniz de tanıdık gelecektir. Şarkının İngilizce bir versiyonu Eddie Vedder’ın sesiyle İnto The Wild filminde çalmaktadır. İsmi Guaranted, müzik hemen hemen aynı fakat yarattıkları his oldukça farklı. Merak ediyorum siz hangisini daha çok beğendiniz? Benim her gün fikrim değişiyor. Sanırım gönlüm Soleil’den yana. Françoise Hardy’nin güzelliğinden de etkilenmiş olabilirim. Başka birisi olarak dünyaya gelme şansım olsa bu karizmatik ve güzel kadını tercih ederim.
Sanırım geçmişe çok takılıyorum. Nostalji merakım da bundan olsa gerek. Sabahattin Ali’nin dediği gibi “daha ziyade kafasının içinde yaşayan bir insan” olmaya başladım. Böyle hisseden var mı aranızda? Diyorum ki topluca bir kurşun mu döktürsek… Yıldızımız düşük belki de. Alsancakta fal bakan kahveciler meşhur. Kıbrıs şehitler caddesinde yürüyecek olursanız, elinize broşür tutuşturur birisi hemen, fal bakıyoruz. Sanki geçmiş ya da geleceğimle ilgili öğreneceklerim hayatımı kurtaracakmışçasına iddialı bir davetle kolunuzdan tuttukları gibi sizi falcıya görebiliyorlar. Kaç defa hadi gidelim dedi arkadaşlarım. Fal baktırmaya meraklı arkadaşlarım var, sizin de vardır en az bir tane. Ben de gitmeyelim ne gerek var diyorum. Çok ısrar edilirse, “korkuyorum ben faldan, cinler musallat olmuştur belki” gibi uydurma sebepler yaratıyorum. Beni tanıyan bilir, yabancılarla samimi olmak beni inden cinden daha çok korkutur. Sosyalleşme sıkıntısı olan bir insanı kolundan tutup falcıya götürmeye boşuna uğraşmayın. Falcıyla konuşmak onu da benim gibi gerecektir…
Bu yabancılarla konuşmakta yaşadığım sıkıntı yalnızken çok daha fazla oluyor. O yüzden alıştığım mekânlar dışında fazla bir yere yalnız gitmiyorum. Örneğin Alsancak’ta yalnızsam Nar Kafe ya da Doğa Kafe’ye otururum. Çünkü bildiğim garson, bildiğim kafe beni rahatlatır. Tanımadığım insanların bakışından, konuşmasından o derece gerilmek beni de utandırıyor açıkçası. Bu yüzden sık gittiğim yerlerde zamanla daha rahat oluyorum, bir iki kelime daha fazla konuşmaya çalışıyorum çalışanlarla. Yalnızken nedense içime kaçıyor sesim. :D Siparişi bari normal bir ses tonuyla vermek için kendimi zorluyorum. Belki büyütülecek bir durum değildir. Çekingen ve tuhaf olmak ayıplanacak bir durumsa beni bu konuda uyarın. Sanıyorum ki tek zararı kendime…
Çekingen olmanın, kendine fazla güvenmemenin beni üzen yanı konuşmak istediğim biri olduğunda bunu bir türlü yapamam. Ortak zevkleriniz olan insanları bulup arkadaşlık kurarsınız öyle değil mi? Ben de öyle yapıyorum fakat konuşmak istediğim kendine güvenen, etkileyici bir kişiyse bir türlü konuşamıyorum. Bu ne gibi biliyor musunuz? (bence biliyorsunuz.) Doğum günü partinize gelen bir kızın sizden daha güzel görünmesi ve tüm ilginin ona yönelmesi gibi. Belki benim dış görünüşümle bir problemim vardır. Kendini beğenmek mühim, kendini kabul etmek de öyle. Bunu yapabilene hayranım işte.
Hayatınıza rastlantı sonucu giren birisini kolayca sahiplenip benim arkadaşım diyebiliyorsunuz. Bu okul arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız ve aileniz için de geçerli. Hâlbuki kendi seçtiğiniz insanları yakınınızda tutmak ve sahiplenmek çok daha zor. Oysa bahsettiğim ilk gruptaki yakınlarınızla ortak bir noktanız olmasa da birlikte geçirdiğiniz zaman sayesinde arkadaş olabilirsiniz. Hayatımızın büyük bölümünü de işte bu rastlantı birlikteliklerle devam ettiriyoruz. Çünkü böylesi aynı sosyal sınıf içinde ilişkileri en kolay yoldan sağlıyor. Ekonomik durumu, olanakları ve gittikleri yerler bile aynı olan insanlarla olmak kötü bir şey de değil. Bu kişilerin sizi anlamasını beklersiniz. Ancak durumun isteğiniz dışında oluşu da bir gerçek. Size sorulsa belki de Teoman’la çok iyi anlaşırsınız. Fakat içinde bulunduğunuz görünmez sınırların fazlasıyla farkındasınız. Tarkan’la konuşma şansınız olsa bile bir arkadaşlık kurmanız ancak sizin üstün özgüveniniz ve çabalarınız sayesinde olabilir. Çünkü yalnızca bu görünmez sosyal sınırların içindeki insanlara güvenebiliyoruz. Okul arkadaşlarımız, ailemiz, mahalleli…
Yine de bazı insanlar bu güven sorununu aşmış. Hem özgüven hem de insanlara güven konusunda. Etrafına olumlu enerji yayan, konuşan, sorun çözen bu tür insanları büyük sosyal sorumluluk projelerinde ve vakıflarda görüyoruz en çok. LÖSEV ya da TEMA ya da GreenPiece her birinin bir kurucu var.
Güven üzerine kurulu bir dünyada yaşamayı, kendi özgüvenim ve hayata olumlu bakışım için ön şart olarak görüyorum şu günlerde. O yüzden de kafamda yaşamayı bırakıp tanışmak istediğim insanlara doğru , yapmak istediğim işlere doğru bir adım atıyorum. Küçük ya da büyük, geriye atılmadığı sürece her adım bir mutluluk sebebi benim için.
Bu ortaya karışık yazının ana fikri ne bilemiyorum. Çekingeliklerimden, düşüncelerimden, Françoise Hardy hayranlığımdan, konuşamadıklarımdan bahsettiğim uzunca bir yazı oldu. Bu arada Nar Kafe’ye uğramanızı öneririm. Cumartesi akşamüzeri, köşede başını kaldırmadan kitap okuyan dağ cadısı görümlü biri olabilir. Fazla aldırış etmeyin. Sizi fark etse bile sizinle konuşmayacaktır. Yine de siz merhaba derseniz memnun olur. :D