Yeryüzü Seferi
Kadim yeraltı kenti Semar'da bir eğitim haftası daha tamamlanmış, öğrenciler kentin merkezindeki lisenin avlusunda Bağımsızlık Marşı’nı söylemek için toplanmıştı. Ordin sıkıcı derslerle geçen bir haftayı daha geride bıraktığı için mutluydu. İki hafta sonra artık liseyi bitirecek ve işe girene kadar günlerini şehirde serbestçe dolaşarak geçirebilecekti. Dört bir yanda yanan ışıkların avluyu tam anlamıyla aydınlattığı söylenemezdi. Yedişerli sıralar halinde dizilmiş öğrenciler sabırsızlıkla kıpırdandıkça gölgeleri birbirlerinin içine geçiyordu. Müdürün verdiği komutla Bağımsızlık Marşı’nı coşkuyla söylemeye başladılar. Bu coşkuda önceki hafta sesleri cılız çıktığı için işittikleri azarın payı büyüktü.
Toprak ananın kalbinde yanan ateş
Besler, büyütür, çoğaltır bizleri
Ona adanmışız, onunlayız, ona taparız
Sunaklarda, oyuklarda ve yollarda
Vaat edilmiş toprakların yüreğinde
Şehitlerimizin ruhları dolaşır
Korkusuz, ebediyen, ilahi fısıltılarla
Üç bacaklı iblislerin lanetli ruhları
Kutsal volkanın ateşinde yanıp kavrulur
Ona adanmışız, onunlayız, ona taparız
Galerilerde, tünellerde ve kovuklarda
Asildir, çalışkandır, dürüsttür yeraltı halkı
Her biri yüreklerinde birer volkan büyütür
Gururlu, kaygısız, kalpten dualarla
Aynalardan yansıyan çürümüş güneş
Azaltmadı hiçbir zaman coşkumuzu
Ona adanmışız, onunlayız, ona taparız
Magmanın uğultusunda huzur bulur kalplerimiz
Ve kutsal volkan ateşten kollarıyla korudukça
Üç bacaklı iblisler çiğneyemez yurdumuzu
Hep savunduk, savunuruz özgürlüğümüzü
Öğrenciler ikişerli üçerli gruplar halinde avludan çıkarken Sitta, yanına yaklaşıp Ordin'e "Büyük gün bugün," dedi.
"Nihayet korkularını yenebildin demek," dedi Ordin alaycı bir tavırla.
"Ben senin gibi psikopat değilim oğlum, uygun zamanı bekledim," dedi Sitta.
Kent meydanına çıkıp bir süre yürüdükten sonra evlerine gitmek üzere ayrıldılar.
Evinin bulunduğu dış mahallelere giden başka bir öğrenci olmadığı için Ordin kuzeybatı treninde bir süre sonra tek başına kaldı. Trenin üstü açık vagonlarından birinde, deriyle kaplı bir bankta oturuyor; tren yolunun kıyısındaki toprağa oyulmuş dükkanları, tapınakları ve derme çatma konutları seyrediyordu. Her bir vagonuna sadece sekiz kişinin binebildiği elektrikli mini tren daracık bir tünele girdi ve tünelin alacakaranlığından uzunca bir süre çıkmadı. Tren nihayet tünelden çıkıp istasyona gelince Ordin aşağıya atladı ve eğilerek ancak geçebildiği bir başka tünele girip yürümeye başladı. Tünelin her iki yanında killi toprağın oyulmasıyla oluşmuş evler vardı. Mahallede son zamanda hırsızlık vakaları arttığı için evlerin yuvarlak giriş kapıları kapalıydı.
Ordin eve vardığında kız kardeşi toprak zemine serili olan kilimin üzerinde oynuyor, annesi ise büyükçe bir konserve tenekesinin kapağını açmaya çalışıyordu.
"Bir hafta daha bitti," dedi Ordin neşeyle.
Nepher açtığı konservedeki sebze yemeğini tabaklara koyarken "İki hafta sonra lise bitiyor, sonrası için bir plan yaptın mı?" diye sordu.
"Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok," dedi Ordin.
"Baban, çalıştığı madende sana iş ayarlayabilir istersen."
"Aslına bakarsan yeraltında kalmaya niyetim yok, yüzeye çıkacağım."
"Senin bu şakalarına bayılıyorum," dedi Nepher metal kaşıkları sofraya koyarken. Birçok anne gibi o da doğurup büyüttüğü çocuklarına büyük bir sevgi ve hayranlıkla bağlıydı. Ordin çengelli büyük burnunu babasından, kapkara iri gözlerini annesinden almıştı.
"Koyunlar ve inekler otlamak için yüzeye çıkabiliyor; kimsenin görmediği o meşhur şeytanlar onlara bir şey yapmıyor," dedi Ordin.
"Güzel bir şakaydı; ama artık uzatmayalım istersen" dedi Nepher ciddileşerek.
"Kentin en üst katını kaplayan sera galerilerine de bir şey yapmıyorlar," dedi Ordin.
"Çünkü çiftçiler yüzeye çıkmıyorlar, ışık aynalarla aktarılıyor. Bugüne dek yüzeye çıkıp geri dönebilen tek bir insan olmadı," dedi Nepher.
"Madem o kadar kötüler, neden yer altına inmiyorlar?"
"Çünkü yeraltında olduğumuz sürece kutsal volkan bizi koruyor."
Ordin üç bacaklı şeytanlara inanmıyordu; ama konuyu uzatmaya gerek duymadı. Annesinin kaygılanmasını istemiyordu.
Yemeğini yedikten sonra, "Biraz dolaşacağım," diyerek evden çıktı ve elektrikli trene binerek yeniden kent merkezine döndü. Meydandaki kahve dükkanlarından birinde sınıf arkadaşı Sitta ile buluştu. Dükkân yeraltı kentinin birçok yeri gibi loştu. Kutsal volkandan üretilen elektrik, kenti aydınlatmaya yetmiyordu.
"Bugün büyük gün, öyle mi?" dedi Sitta.
"O kadar da abartmaya gerek yok, yüzeyde biraz dolaşıp geri geleceğim," dedi Ordin.
Sitta fısıldayarak "Alçak sesle konuş, hapse mi girmek istiyorsun?" dedi.
"Yukarıdan getireceğim kır çiçekleri sevgilin Derma'nın çok hoşuna gidecek, seralarda yetiştirilen özel çiçekler olduğunu söylersin," dedi Ordin, sesini alçaltmaya ihtiyaç duymamıştı, kimseden korkusu yoktu.
"Konuştuğumuz gibi yüzeye çıkmayacağım, ahırda seni beklerim," dedi Sitta fısıldayarak. Babasını ziyaret ettiği bir gün, bir ahır grubunun çıkışında nöbetçi olmadığını keşfetmişti. Babası hastaydı ve evde yatıyordu. Harekete geçmenin tam vakti olduğuna karar vermişlerdi.
"Sen bilirsin," dedi Ordin umursamaz bir tavırla. Kahve dükkanından çıktılar ve ahırların bulunduğu kata çıkan devasa yük asansörlerinden birine bindiler. Sitta asansör görevlisine, ahırlarda çalışan babasına annesinden bir mesaj götürdüğünü söyledi. Asansör görevlisi bu yalana inanmadı; ama Sitta'nın cebine koyduğu gümüş para nedeniyle asansöre binmesine ses çıkarmadı. Sitta asansör görevlisinin rüşvetçi olduğunu keşfettiği için gururluydu, Ordin'e dönüp neşeli bir havada göz kırptı.
Yukarıya çıkar çıkmaz onları kesif bir gübre kokusu karşıladı. Yeryüzündeki otlaklardan gelen inekler nefesleriyle havayı ısıtmış ve taş zemini neredeyse tümüyle gübreyle kaplamışlardı. Babası olmayınca bu işlerle kimse ilgilenmiyordu demek ki.
Ordin ineklerin gelmeye devam ettiği yukarıya doğru eğimli kanala girdi ve içeride hızla yol almaya başladı. Çiftçiler ve ahır görevlilerinin girmesinin yasak olduğu tünel ahırdan da berbat kokuyordu; çünkü aylardır kimse içindeki gübreleri temizlememişti. Tünelin uzunluğu Ordin'in tahmin ettiğinden daha fazlaydı, yukarıya doğru geniş helezonlar çizerek yükselen tünelde yürürken terden sırılsıklam olmuştu. Ordin üç bacaklı iblislerden korktuğu için değilse bile yeryüzünü ilk kez göreceği için heyecanlıydı. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yol sonunda bitti ve Ordin onlarca yıldır hiçbir insanın ayak basmadığı yeryüzüne çıktı.
Ortalık o kadar aydınlıktı ki ışığa alışmak için gözlerini iyice kısmak zorunda kaldı. Gün ışığından korunmak için elini gözlerinin üzerine siper edip çevreye bakındı. Önünde yemyeşil bir çayırlık ve biraz ileride ağaçlık bir bölge vardı. Ahırlara dönmek üzere yanından geçen bir ineğe yol verdi ve kendi kendine "Üç bacaklı iblis diye bir şey yokmuş, biliyordum," dedi. İnek kendisine seslenildiğini sanarak dönüp Ordin'e baktı.
Üç bacaklı robotlar Ordin'in yüzeye çıktığını tespit etmekte gecikmediler. Kendilerine verilmiş olan emir, kuşkuya yer vermeyecek kadar netti. İlk robotun gerçekleştirdiği tanımlama işlemini ikincisi de onaylayınca elma büyüklüğünde güdümlü bir mayın bir ok gibi yerinden fırladı. Birkaç saniye sonra Ordin yanındaki inekle birlikte buharlaşarak yok oldu.
Görsel Kaynağı: https://unsplash.com/photos/KXtMGheovdw